Kuzeyin Venedik’i olarak da adlandırılan Brugge, adeta Orta Çağ’da dondurulmuş ve günümüzden habersizmiş gibi bir zamanda yaşıyor. Gezdiğim süre boyunca kendimi kimi zaman masalda gibi, kimi zamansa Orta Çağ’da kabarık eteğini giymiş, belinde incenik korsesi ve Brugge ile özdeşleşmiş dantelden yapılma bir eldiven ve şemsiye ile gezen, bir Avrupalı olarak hissetmiştim. Bugüne kadar gittiğim en özel, en geçmişte yaşayan, en şeker gibi yenesi üçgen yapıda evleri bulunan, dibine kadar tarihe bulanmış, en wafflecı, en güzel patates kızartmasının olduğu, en güzel kokan, en şahane manzaralı, en lezzetli çikolatalarla dolu, en dar, en ıssız, en insansız sokaklara rastladığım yerdi burası.
Brugge, her yerine yürünebilen bir şehir. Bir ana cadde ve bir büyük meydandan oluşuyor. Bu caddenin sokaklarında 1100’lü yıllarda hastane olarak inşa edilen ve hala hastane olarak kullanılan bina tam bir şaheser, hasta numarası yapıp da biraz burada zaman geçirmek istemedim değil. Hastaneden sonra, ara sokaklarda gezinirken, kalabalık bir insan grubu görünce -biz meraklı iki Türk olarak- onların peşine takılıp ufak bir şapelin içine girmiş, ve sonunda da iyi ki de gitmişiz demiştik;
Öğrendiğimize göre küçük bir şapelin içinde yer alan heykel, Michelangelo’nun yirmili yaşlarda yaptığı Madonna Heykeli’ymiş, bir taraftan hayran hayran seyrederken, bir taraftan da fotoğraflamayı unutmamıştık. Bu meydan da bir de Belfry Kulesi var ki; “In Bruges” filminin son sahnesinde, o kuleden intihar etmek üzere olan adamın, insanlara farkındalık kazandırmak için atlamadan önce bozuk paralarını attığı sahne var ki, ah o sahne var ki… Bu film bana Brugge’u daha çok sevdirmedi desem yalan olur.
Ve eğer mümkünse bir kez filmi izlemeden önce bir kez de izledikten sonra, değilse de en azından izledikten sonra Brugge’a gidilmesini gerektiren -istettiren- bir film. Ve siz de eğer bu filmi izlemiş şekilde Burgge’a giderseniz, eminim o kocaman kuleyi görünce sizin de aklınıza o harika sahne gelecektir.
Her biri ayrı sanat eseri olan taş evleri, yapım yılı sebebiyle insanın ağzını açık bırakan masalsı binaları, kanal kenarlarında gezinen ördekleri, çikolata kokan sokaklarıyla insanı kısa süreliğine de olsa gerçeklikten uzaklaştırıyor Brugge. Bu şehri gezerken kendinizi Michelangelo’nun Orta Çağı tasvir eden bir tablosuna bakıyor gibi hissedebilirsiniz -ya da tablonun içindeki bir figüran gibi-. Elinizde bir fotoğraf makinasıyla bu şehirde geçirilen bir gün, yaşanılan en değişik, en mutlu günlerden birisi olarak hayatınızda yer edebilir. Orta Çağ tasvirleriyle oluşturulmuş bir tablodaki absürd bir figürü canlandırmak istiyorsanız, Burgge es geçilmeden gidilip görülmesi gereken bir yer.